30 Ekim 2020 Cuma

Okudum: Ben, Kirke (Madeline Miller)

 



Adı: Ben, Kirke
Orj. Adı: Circe
Yazar: Madeline Miller
Sayfa: 404

Akhilleus'in Şarkısı'ından sonra gözüm Kirke'deydi. Beklentimi yüksek tutmuşum sanırım, Kirke'yi o kadar beğenemedim. Hatta süründü elimde 10 gün. Kendi içinde hoş bir sürükleyiciliği ve maceraları var elbette ama ben kendimi kaptıramadım.

Yunan Mitolojisine ilgim var ama Kirke'yi sadece isim olarak duydum. Kimdir, nedir bilmiyordum. Tanrıymış kendisi, ama baya önemsizlerden. Aslında tanrı denmez ona, biraz gücü olan bir ölümsüz işte. Ölmüyor, ölemiyor, nasıl bir hayat verdilerse kadına, yaşlanmıyor bile; ceza gibi durgun, durağan, sıkıcı ve sevdiklerinin yok oluşunu görüyor hep.

Böyle anlatınca Kirke'yi çok masum yansıtmış olmayayım. Aslında cadı kendisi, otlarla büyü becerileri var. Etrafına büyük zararlar veriyor. Zaten bu yüzden cezalandırılıp boş bir adaya hapsediliyor. Oraya tesadüfen gelenleri domuza falan çeviriyor. Kendince sebepleri olsa da hanfendi masum değil. Tabi bin yıllık ömürde epey sıkılacak. Adadan çıkması pek mümkün değil. Bir ara çıkıyor, yarattığı felaketlerle karşılaşıyor, biraz üzülüyor, sonra evine geri dönüyor.

Oğlu olduktan sonra değişiyor Kirke. Kendi adına çok büyük kararlar alacak mesela. Aferin ona. 

Ben biraz sıkılsam da siz sıkılmayın. Okuyun Kirke'yi. Arada tanıdık tanrılar/kimseler uğruyor ona, tanıdık birini görünce seviniyoruz hatta..

20 Ekim 2020 Salı

Okudum: Kurt Gölü (John Verdon)




Adı: Kurt Gölü
Orj. Adı: Wolf Lake
Yazar: John Verdon
Sayfa: 470
Fiyat: 19,7 tl 

Yazarın bundan önceki kitaplarını okumuştum yıllar önce. Hepsini de beğenmiştim. Kurguları, olayların çözümlenişi, ana karakterin düşünme biçimi vs. beğendiğim çizgideydi hep. Hatta ara ara durup, Gurney acaba şimdi ne yapıyordur, yine bir olayı çözmüş müdür diye düşündüğüm bile oluyordu. Ama Kurt Gölü kitabını o kadar başarılı bulamadım. Yaklaşık 10 gün içinde okuyabildim, uzun aralar verdim ve genelde gürültülü mekanlarda okumuş oldum. O yüzden kendimi tam verememiş olabilirim. Ama bir kitap sürükleyiciyse, güzelse; bahaneler olmaz, oturur okursunuz. Bu pek öyle olmadı işte..

Emekli dedektif Gurney, eşiyle bir kış tatiline çıkmak üzeredir. Valiz hazırlarken eski bir arkadaşı bir bahaneyle uğrar bunlara. Yanında da bir kadın getirir. Kadının kardeşi Hipnoz işiyle uğraşan ünlü biridir ve adamın başı tuhaf cinayetlerle derttedir. Ama suçlu olmadığı için adam gram çaba göstermez kendisi adına. Avukat vs. tutmaz. Ablası uğraşıyor işte. Neyse Gurney bu cinayet olaylarını ilgi çekici bulur ve incelemeye karar verir.

Cinayetler birbirinden uzak işlenmiştir ama meşhur hipnozcu dağın başında Kurt Gölü civarında oturduğu için onlara en yakın tesise giderler ve orada krallara layık bir suitte kalırlar. Kitabın neredeyse 3/4'ü bu dağdaki tesiste geçiyor ve Gurney'nin karısı günün her vakti duşa giriyor. Yeter be kadın, buruş buruş oldun suyun altında. Millet cinayet diyor, ölüm diyor, kadın kalkıp duşa giriyor. Neymiş kemikleri ısınacakmış. Git ateşin başında otur. Çok sinir oldum. Aslında hoş kadındı, yazar onu niye böyle itici yaptıysa, anlamadım.

Cinayet soruşturması sırasında bazı tanıklarla konuşuluyor haliyle. Bir kızla oyuncak bebek dükkanında buluştu mesela Gurney. Oranın sahibini son derece tuhaf bulmuştu. Ama o kişinin bu cinayette yeri yok. Madem yok niye bu kadar merak ettirdiniz beni. Ne garip insandı oysa, birini de o öldürmüştür gibi bir sonuca bari varsaydınız.

Dağın başında olunca karakter sayısı az oluyor ve şüpheliler bu insanların içinden çıkıyor. Ben öyle düşünmemiştim. Soğuktan kafayı üşütmüş tuhaf tiplemelerdi benim için hepsi. Yazık oldu onlara. 

Gurney olayı çözüyor da çözülüş aşaması bile çok zorlama geldi bana. Yok, olmamış bu kitap. Sevemedim ben. Bir sürü ayrıntı kaldı aklımda, hiç biri bir işe yaramadı. O zaman niye verdin o ayrıntıları John efendi. Kafam çıkmaz sokaklarla dolu. 

2 Ekim 2020 Cuma

Okudum: Akhilleus'un Şarkısı (Madeline Miller)

 



Adı: Akhilleus'un Şarkısı 
Orj. Adı: The Song of Achilles
Yazar: Madeline Miller
Sayfa: 370

Akhilleus'un Şarkısı'nı uzun zamandır okumak istemiştim. Bir arkadaşta gördüm ve hemen ödünç alıp okudum. Çok iyi denk geldi, çok da mutlu oldum.

Ortaokuldayken İlyada ve Oddysseia kitaplarını okumuştum. O zamanlarda beri Yunan mitolojisine bir ilgim var. Sonrasında Truva filmini de izlemiştim. Zaten Akhilleus'un Şarkısı'nı da okurken kafamda o filmle kıyasladım hep. Uyuşan ve uyuşmayan pek çok yer var tabii ki. Aslında konuyu biliyoruz ama yine de okumak güzeldi. Yazarın dili çok akıcı, bilinen bir hikayeyi okuru sıkmadan anlatmak zor bir iş bence. Gerçekten sıkılmadım ben.

Akhilleus, bir ölümlüyle bir tanrıçanın oğlu. Annesi büyük tanrıçalardan değil ve Akhilleus'in üzerine çok fazla düşüyor. Pek sevmedim o karakteri. Patroklos ise Akhilleus'in yakın arkadaşı hatta arkadaştan daha da öte, sevgilisi diyeyim. Aralarında çok derin bir bağ var.

Akhilleus o dönemin en ünlü ve yenilmez savaşçısı ama bu şöhreti başarılarına borçlu değil.Tanrılar duyuruyor onun öyle olduğunu. Troya savaşına kadar neredeyse kimseyi de öldürmüyor Akhilleus. Kendi kaderiyle ilgili kehanetleri öğrenince de kaderinden kaçmak için Hector'dan uzak duruyor. Troya savaşı 10 yıl sürüyor, sırf Akhilleus, Hector'u öldürmediği için. Ama tanrılar rahat durmuyor. Akhilleus'i kaderine doğru ittiriyorlar resmen.

Kitap Patroklos'un dilinden anlatılıyor. Patroklos öldükten sonra bile o anlatıyor. Yeraltına uğurlanamadığı için ruhu oralarda gezinip her şeyi görüyor. Onunla birlikte biz de görüyoruz.

Kitapta bilinenin dışında güzel ayrıntılar da vardı. Arkasında şahıs sözlüğü bile var. Onu da okudum. Kim kimdir, ölü müdür diri midir, hepsi :)

*Akhilleus, lir çalıp şarkı söylemeyi seviyor. Kitabın son çeyreğinde bir yerlerde Akhilleus yine şarkı söylerken, önemli kişiler onunla görüşmeye gelirler ve Akhilleus'in Şarkısını bitirmesini beklerler. Kitabın ismiyle uyuşan en net yer burası. Ama bahsedilen şey belirgin bir şarkı değil tabii ki. Biraz da kitap ismini manidar buluyorum. Kişiler ölünce arkasında kalan hoş bir seda, deriz ya, onun gibi bir şey.

Yazarın Ben, Kirke kitabını da çok merak ediyorum. Yakında ona da denk gelirim umarım.